Doğanın Ruhu'ndan Özgürlüğe Adımlamak...

Gezi Kültür Yazıları
kırların adamı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kırların adamı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Sahil Yolu

SAHİL YOLU (İZMİR)

Gün sıcak ama rüzgâr adımlıyor benimle İzmir sahillerinde. Martıların deniz dalgalarıyla yaptıkları danslara eşlik edercesine Göztepe iskelesinden başlıyorum yürümeye.



Evet, İzmir sahillerindeyim. Ülkemizin büyük metropollerinden biri olan bu kentin sahillerinden insan manzaraları yudumluyorum.

Bir hilali andırıyor şehir ve insanların günün sıcaklığına aldırış etmeden zamanın tadını çıkardıklarını görebiliyorum. Sıcaktan bunalmış olanlar bir palmiye ağacının gölgesine ilişip denizi seyrediyorlar, oltasını denize atmış olanlar ise saatler süren bekleyişle bir akşamlık yemeklerini akıllarından geçiriyorlar. 7'den 70'e balık sevdalısının olduğu bu güzel kentte sosyal yaşama ayrılan zaman çeşitliliğinden birini yaşıyorum sadece. Ve yanaşıyorum birinin yanına.

- Rasgele!

- Sağol ağabey

- Nasıl durumlar balık çok mu?

- Yok, be ağabey, sabahtan bekliyoruz keyfine. Birkaç çipura, birkaç tane kefal ve kopez var. Akşam sofrasına yettiği kadar.

- Rasgele.

...Bekle delikanlı bu muhteşem denizin sana sunduklarını almadan gitmeyi de unutma.

Kordon'da şehrin simgelerinden faytonlar boy gösteriyor. Süslenmiş atlar tura çıkmayı düşünen müşteriler için sıralanmışlar. Geçmiş zamanların o muhteşem anlarını ve bu güzel kentin sokaklarını arşınlamak için hazırda bekliyorlar.

Sahil yolunda yürümeye devam ederken iskeleye yakın çocuklar dikkatimi çekti. Sıcaktan bunalmış olsalar gerek, kalabalığına aldırmadan bir bir atlıyorlardı çıplak bedenleriyle denize. Deniz serinletiyordu belki onları ama gözde incimiz İzmir denizi ne yazık ki kötü bir üne kavuşmuştu. Şehirde denize girmek yasaktı ve bu kirlilik her geçen gün güzelliklerin önüne geçmeye adaydı. Kenti ve denizi kuşatan bu kirliliği İlk defa bu topraklara ve sulara vardığım gün daha net görebildim. Denizin renginin gökyüzüyle eşit olduğunu düşünürdüm, burada durumlar farklıydı. Deniz mavi tonlarında değildi ve ne yazık ki rengi bir yığın külü anımsatıyordu. Üstelik kokusuyla da insanları çok rahatsız ediyordu. Garip bir ikilem. Bu kirliliğe sebep olanların bu görüntüden ya da kokudan rahatsız olmaya hakları var mıydı acaba.

Sahil yolunu adımlarken denize baktığımda denizanalarının benimle birlikte geldiklerini düşündüm ve denizde yüzen şehir çöplerinin. Ticaret belki insanların yaşam koşullarının sürdürülebilirliğini sağlıyor olabilir di ama doğaya yanlış yaklaşıldığında bütün varlıkların yaşam alanlarını da yok ediyordu.

Şimdiki çocuklar temiz denizlere ulaşamadıklarından kirli bir denizde çocukluk dönemlerini yaşıyorlarken; yaşam hakları olan temiz bir geleceğe her geçen gün biraz daha uzaklaşıyorlardı.

Ne acı.

"Dünya bize atalarımızdan miras kalmadı. Biz onu çocuklarımızdan ödünç aldık.''

Kızılderili Atasözü





Sevgiler

Yürüyen Bulut
Bulut Açar

Tütün

TÜTÜN

Adına Amerika dediğimiz kıta Cenovalı bir gezginin adımlarıyla tanıştı ve batı dünyasına tanıtıldı…

Sonrası kimileri için kan ve gözyaşı, kimileri içinse medeniyet demekti…

Peki ya tütün?

Amerikan yerlileri bizim deyimimizle Kızılderililer, Avrupalı sözde medeniyeti Amerika'ya getirmeden çok evvel tütün kullanmaktaydı…

İlk Avrupalı yerleşimciler tütün içmeyi Kızılderililerden öğrendiler ve sonrasında bunu Avrupa'ya taşıdılar…

Ancak Avrupalı tütünü de bir eğlence metası haline getirmeyi başardı. Oysa Kızılderililer tütünü inançları doğrultusunda kullanırlardı…

Şaman ayinlerinin bir ritüeli idi barış çubuğu tüttürmek…

Avrupalılar ise bunu anlamaktan uzak kaldılar ve tütünü keyfe keder kullanma yolunu seçtiler…

Netice de bir tüketim metasıydı… Yan etkilerinin önemi yoktu.

Avrupalı her daim yaptığını yaptı başka kültürlerden aldığını özünden kopardı, başkalaştırdı…

Böylece ‘'Tobacco'' ya da ‘'Tombac'' Kızılderililerce ruhani ve güzel amaçlar için kullanılırken, Avrupalılar tarafından kendi halkını zehirlemenin aracı oldu…

Kim bilir belki de bu Kızılderililerin beyaz adama karşı kazandığı istem dışı zaferdi…

Müsebbibi ise yine beyaz adamdı…

Düşünceler iyi ise nesnelerde iyidir… Düşünceler kötü ise nesneler de kötüleşir…

Tıpkı bu hikâyede olduğu gibi.


Günün Üzerine:

Çadırında yere oturup yaşam ve onun anlamı üzerine düşünen, tüm yaratıkların akrabalığını kabul ederek evrenle birlik içinde olduğunu onaylayan kişi, benliğine uygarlığın özünü aşılardı. Yerli adam, kendini bu şekilde geliştirmeyi unuttuğunda, insanlığın gelişmesi de geri kaldı.


Reis Luther Dinelen Ayı




Sevgiler


Yürüyen Bulut konuştu
Kızılderili 

Doğadan Ezgiler

DOĞADAN EZGİLER

Şehrin yaşamından yorgun düşmüş bir doğa insanının anlatısıdır bu… Üç hafta geçti ve koşulların olumsuz etkisindendir ki bir türlü çıkamadım doğaya. Şehrin yoruculuğu üzerimde ve huzursuz iş ortamı çalışmalarının birikmiş ruh hali ile patlamaya hazır bir gök gürültüsü gibiyim.

Bugün cuma ( 30 Ocak ) ve iş ortamındaki günlerce tartışmaların yoğunluğundan olsa gerek güne farklı seslenişimle başlıyorum. Bugün gülümsemeli şehre Yürüyen Bulut ve sessizce uzaklaşmalıdır ağaçların kovuğuna. Bugün iş mesaisinin bitişini huzurla beklemekteyim. Biliyorum ki, zihnimin yorgunluğunu geride bırakıp iki koca gün ve bir geceyi çadırımda geçirmenin keyfini yaşayacağım. Güzel yürekli doğa ruhlu dostum, kamp arkadaşım ile haftalardır planladığımız Bolu Abant'ta kış kampına saatler kaldı ve Ankara Terminali'nden biletlerimiz hazır şekilde bekliyoruz.

Gecenin aralığında saatin yarımı vurduğu vakit üç saatlik yolculuk ile Abant sapağına vardıktan sonra, tesislerde sabahın gelişini beklerken, sıcak bir çay sonrası masa başında geçen derin uyku ile uyumaya çalışmaktayız. Tesislere saat başı gelen otobüs yolcularının gürültüsünden, anons yapan bayanın sesini dahi bugün duymuyorum. Her zaman masadaki uykudan daha da uykulu olduğumu algılar halde uyandığımda, hatırladığım dışarıdaki kar tanelerinin bizleri çağırmasıydı.


Sabah kahvaltısının ardından son hazırlıkları yapıp 21 km'lik yolun bir kısmını yürüyerek diğer kısmını da araç ile planladık. Amacım ilk defa kamp yükü ile çıkan arkadaşımı biraz yormak ve ayaklarının yollara alışmasını sağlamaktı. Bir sonraki faaliyetlerde daha iyi olacağını biliyorum. Yol sapağından Abant istikametine doğru yol alırken, ağaçların kar örtüsü ile bütünlüğü o kadar güzel ki bu bütünlüğe arkadaşımla birlikle karşılayış mesajını veriyoruz.

Ya-hey, Ya-hey! Hey-ya!

Yol boyunca dostumun ağaçlara dokunuşu o kadar huzur doluydu ki bunları fotoğraflarken diğer taraftan bu güzelliklere tekrar sarılmanın mutluluğu ile bütün akrabalarımız olan sevgi çemberine, karşılayış ezgilerimi sunmaktaydım. Bizlerin şarkıları kısadır da, bu şarkılar çok şey anlatırlar…

Önümüzde uzanan yolu adımlarken, mavi tüylü kuşun bizi izlemesi ve orman kuşlarının şarkılar söylemesi yaşayışımızdaki o güzel olanı bulmanın sevincini, çocukların gülücükleri gibi ortaya çıkarıyor, yol kenarındaki akan suyun tadı ayrı bir güç katıyordu. İçim içim içilen suyun tadıydı bu. Şehir musluklarına dokunmak bulutlar için ateşe dokunmakla eş değerdi. Burada ise durum farklıdır…

Devam eden yolculuğumuza ara verme zamanı gelmiş arkadan gelen servisin kornası ile çantalarımızı araca yükleyip kamp bölgesinin geri kalan kısmını da tamamlamış olduk. Abant girişinde indikten sonra, kamp yüklerimizle birlikte 1 km'lik çadırlı alana, sağımızda donmuş göl, solumuzda ise koca heybetli ağaçların arasından yürümek ne muhteşemdi. Ve bu ilerleyişte bir ezgidir bulutların seslenişi doğaya. Seslenişimdeki ezgi ile çok şeyin ifade ettiğini bilirim. Özgürlüğün herkesçe farklı tanımlandığı gibi: Yata-heyaaa !

Sesleniş sonrası ağaçların arasında bir çift Saint Bernard ile karşılandık. Bizlere yaklaşıp o güzel sesi ile karşılık veren dostlarımızın bizlere eşlik edeceğini algılamak hiç zor değildi. Yola dört kişilik bütünlükte devam ediyorduk artık. Arada bir erkek rehber bizlere kısa yolları gösterirken, diğer taraftan ise yanımıza yaklaşan dişi Saint Bernard'ın sevecenliği görülmeye değerdi. Tüylerini okşayıp fotoğraflarla anılaştırmak için hızlı davranıyordum. Çadırlı kamp bölgesine vardığımızda ağır yüklerimizi her zamanki gibi güzel orman ağacının yanına bırakıp bir süre bizi karşılayan güzel dostlarımızla oyunlar oynayarak, yürüyüşler yaparak geçirdik. Bu arada ev gözlememizi de, dostlarımızla paylaşmayı ihmal etmedik. Çadırımızı kurup ısınmak için ateş hazırlığı ve yemek için ocak sistemini kurduktan sonra bir şeyler atıştırarak doğayı dinledik. Bu sırada bizler de Kızılderili ezgilerini bize ev sahipliği yapan doğaya ve sakinlerine dinletiyorduk…

Çevremizdeki doğayı izlerken kar yağışının azlığına hüzünle şahit olduk. Yükseğe bakıldıkça kar yoğunluğu artsa da bulunduğumuz yerde çimler dahi rahatlıkla görülüyordu. Bu mevsimde bu kısır döngü nedendir diye anlatmayacağım. Kar mağarası veya İglo yapımı hayalim varken, içimdeki hüzün mağaralarında dinginleşmek zorunda kalıyorum.

Öğlen sonrası başlayan doğa yürüyüşümüz ile orman ekosisteminin olağan görselliğinde fotoğrafladığım güzellikleri çekerken, şehirden uzak doğamız ile iç içe yürüdüğümüz bu güzel atmosferin havasını ciğerlerimize dolduruyorduk.

* Kar Meleği

Yönümüzü köy marketlerine çevirip ahbaplık kurduğum sıcak yürekli bir ailemiz ile dostumu tanıştıracak ve akşam için eksik bir şeyler mevcut ise tamamlayacaktık. Markete girişimizde kalabalık bir kafilenin alışverişi dikkatimizi çekti. O gün doğacılar Abant'ı ziyaret etmişlerdi. Kafileden sorumlu olan arkadaşla tanışıp sohbete başlamak uzun sürmedi tabii ki.

Yakın zamanda yaşanan 10 doğa ruhlu varlığın çığda yaşamlarını yitirmesi ile herkes sürekli bir şeyler dile getirerek dikkate değer konuşmalarda bulunuyordu bizler gibi. Bağlı bulunduğum derneğin adından olsa gerek, turizmci arkadaşımızın ısrarlı bir tavırla, “ Siz kendi işinizi yapın, biz de kendi işini yapalım” “herkes kendi işini yapsın” sözünü sürekli olarak tekrarlaması dikkat çekiciydi. Sanırım ticari boyutun doğaya ulaşması da bu açıklamayı güçlü kılıyordu.

Bizler dernek olarak; doğayla kucaklaşmanın doğaya ait belirli bir eğitimi de zorunlu kıldığına inanıyoruz. Arkadaşımızın yaptığı mesleki işe saygı duymak gerekir. Paranın egemenliğinde zamanın güzelliklerini yaşadığımız doğaya da, bu kuruluşlar aracılığıyla ulaşabiliyoruz, değil mi? Geçen yıllarda yaptığım birçok yüksek irtifa dağcılığında, üzüntümü hep ulaştıramadığımdan yakınırdım. Madde olan para kazanılır bir şekilde ama doğaya sevgimizi vererek adımlayalım, ne dersiniz?

Bu üzüntümü dile getirdiğim yer ise Toroslarda ki olağan güzelliği ile görülmeye ve yaşamaya değer katacak Bolkar Dağları'nın Karagöl mevkiinde yapılan doğa kirliliğiydi. Bunun gibi daha birçok bölgemiz kirletiliyordu ve bu üzüntümü bu satırlar aracılığıyla tüm doğaseverlerle paylaşma gereği duyuyorum. Doğa varlığı olarak hayat bulan Ben ve yaşam yolum bu güzellikleri anlatmak, yaşatmak ve ezgi oluşturmakla ilerler. Ruhun ve hayat bulduğu doğanın ezgisi arındırmak, şifa vermek içindir. Bolkar Dağları'nın endemik kurbağalarını duymuşsunuzdur. Dağ aralığındaki 2500 m yüksekliğinde bulunan Karagöl'de yaşayan sessiz canlılarımızın hali içler acısıydı. Göl kirletilmiş, içerisinde içki şişelerinden, su şişelerine, hazır yemek kaplarından, poşetlere kadar suda şehir çöplerinden birçok parçayı maalesef görmek mümkün.

Kartalların saldırılarından yorulan kurbağalar doğaya adapte olarak evrimleşmiş ve seslerini kısmışlardı sonsuzluğa. Sakin hallerine diyecek yoktu. Öyle ki ziyarete gelip çadırlarda konaklayanları da vardı bu güzel varlıkların.

Ticari kuruluşları kötülemek gibi bir niyetim yok. Sadece her parasını veren ve doğayı seviyoruz deyip üstüne pisliklerini bırakan insanlara izin verilmemeli isyanında bulunmak istedim. Doğaya çıkanlar bilinçlendirilmelidir. Biraz düşünelim isterseniz, doğa insan olmadan yaşamaya devam edebilir mi? Peki, insanlık doğa olmadan (ağaçlar, sular, bitkiler, hayvanlar) yaşamaya devam edebilir mi? Ya da nasıl bir yaşam olabilir?

Kızılderili kültüründe yıllardır yüreğimde taşıdığım bir Cree sözünü hatırlatmak isterim. Amerika'nın bozkırlarında kalan birkaç ağaç ve birkaç buffalonun ölüme yürüyüşünü bir Cree insanı bozkırlara bakarak şöyle ifade eder:

"Son ırmak kuruduğunda,
Son ağaç kesildiğinde,
Son balık tutulduğunda,
Beyaz adam paranın yenmeyecek bir şey olduğunu anlayacaktır...
"

Turizmci arkadaşımızla sohbetimizi bitirip ayrıldıktan sonra sıra, sıcak yürekli ailemize geldi ve küçük kardeş İsmail'in tatlılığı yine üzerindeydi. Öyle ki müşteriler İsmail'in hikâyelerini duymaktan oldukça memnunlardı. Arkadaşım ve tanıştırdığım ailemizle birlikte yaptığımız kampın içeriğini, piknikçilerce kirletilen çevrenin durumlarını konuştuk. Güzelim Abant yorgun düşecek sanırsam. Sonbaharda sürekli geldiğim Abant'ı birçok defa orman içlerini temizleyerek geçirmiştim. Şimdi ki bu kirletiliş ise kar örtüsü kalktığında daha bir açığa çıkacak gibi...

Sohbet ve içimizi ısıtan sıcak çayın ardından karanlığa girmeden köy marketlerinden ayrılıp akşam yemeği için hazırlıklara başlamak gerekiyordu. Menümüzde barbunya plaki ve dağların güzel yemeği bulgur pilavı ile içeceklerimiz...

Yemek sonrası kamp ateşimizi söndürüp gece yürüyüşü için hazırlıklarımızı yaparak ay ve yıldızların eşliğinde yürüyüşümüze başladık. Hava oldukça güzel bir soğuklukta, yerler buzlanmış, kaygan bir yolda adımlarımızla eşlik ediyorduk doğa sessizliğine.

Kampa dönerken yolda iki köpek dost, bizlere eşlik etmeye başladı. Sanırım, geceyi bizleri koruyarak geçirmek istiyorlar. Kamp uykusuna başlamadan önce son olarak çadırın rüzgâr duvarını yapma aşamasına gelmiştik. Büyük boy çöp poşeti ve küçük kürekçik ile çadırdan 50 m. ilerde açık alandaki bir yeri kar toplama alanı olarak belirleyip, poşeti karla doldurmaya başladık. Birçok defa gidip gelerek ağır kar kütlelerini poşetle taşıdık. Yarım ay şeklinde rüzgar yönünü hesap ederek, duvar oluşturduk. Bir saat içinde yapılan duvar sağlıklı hale gelmiş ve çadırın alt kısmından rüzgârın geçişini de engellemiş olacaktı.


Sabah uyanışımız, iki doğa dostumuzun bizleri koruma içgüdülerindeki seslenişleriyle oldu. Sıcak bir kahve hazırlanışı ile doğaya merhabalar yolladık. Gece boyu bizleri yalnız bırakmayıp bizlere eşlik eden, sıcak yüreklerini sunan iki dostumuza ödüllerini verme zamanı gelmişti. Bir sucuğun yarısını onlarla paylaştıktan sonra, diğer yarısını da kamp ateşimizde ağaçlardan aldığım çöplerle pişirip keyif yapacaktım. Hem oyun oynayıp hem de, yemeği paylaştığımız dostlarımızdan izin alıp, şimdi kendi kahvaltımızı yapıyorduk. En çok bu kısmı güzel olsa gerek, doğada sabahın ilk saatlerinde içilen sıcak bir içecek ve kahvaltı gibisi yok sanırım.

Günün hoşnutluğu ve temiz havasında omlet, zeytin, peynir ve sıcacık kahveden oluşan kahvaltıdan sonra doymamış olacağım ki, çam ağacının dalına batırılmış ve kamp ateşinin közünde pişmekte olan sucuğumla noktalıyordum öğünümü.

Ve günü; sevinci, hüznü, barışı, yalnızlıkları, öfkeyi, dostlukları, acıyı, müziğimizdeki ezgilerle, ateş etrafında dans ederek, uzun soluklarla boşluğa yollayan ruhlarımız eşliğinde karşılıyorduk. Zamanın bir sonrakine aktarılmasında, gölgelerimizin eşliğinde, Doğa Ana' ya sevgi ve şükranlarımız Winnebago ailesinin bilge sözü ile dile geliyordu;

“Kutsal Toprak Ana, ağaçlar ve tüm doğa, düşüncelerinizin ve yaptıklarınızın şahididir.”


Günün aydınlığı gibi ışığınız güçlü olsun.

Sevgiler...

Yürüyen Bulut konuştu
Bulut Açar


Günün Üzerine:

"Bizler ağaçlara zarar vermek istemeyiz. Ne zaman onları kesmemiz gerekse önce onlara tütün ikram ederiz. Odunları asla ziyan etmeyiz, lazım olduğu kadar keser ve kestiğimizin hepsini kullanırız. Eğer onların hislerini düşünmez ve kesmeden önce tütün ikram etmez isek, ormanın diğer bütün ağaçları gözyaşı dökecektir, bu da bizim kalplerimizi yaralar."

Mesquakie Kabilesi