Doğanın Ruhu'ndan Özgürlüğe Adımlamak...

Gezi Kültür Yazıları

Kızlar Sivrisi Dağı (3070 Metre Tırmanış)

ANTALYA KIZLAR SİVRİSİ DAĞI 3070 METRE

Yüksek İrtifa Dağcılık

14-15 Mart 2009 tarihinde Zirve Dağcılık ve Doğa Sporları şubeleri ve dağcılık kulüpleri arasıda gerçekleştirdiğimiz TODOKS şenliklerince, her yıl düzenlenen ve bu yıl üçüncüsüne katıldığımız Antalya Kızlar Sivrisi 3070 metre Yüksek İrtifa çıkışının 70 kişilik faaliyetin ayrıntılarını anlatmadan önce dağ geçmişi hakkında söylenegelen efsaneyi dile getirmek istiyorum.

Kızlar Sivrisi 3070 metrelik yüksekliğiyle Bey Dağları’nın en yüksek noktasıdır. Antalya’nın Elmalı ilçesi sınırları içinde kalmaktadır. Antalya ile Elmalı ilçesi arası uzaklık 90 kilometre civarındadır. Gelelim dağın sevdalı olan prens ve prensesine:

O zirvede bir kar parçası vardır ki, hiç erimez. Onun altında bir prenses yatar derler. Şöyle ki,
Zamanın birinde, çok eski bir zamanda öyle bir zamandır ki, kadınların baş tacı edildiği bir zamanda, birbirine düşman iki krallık varmış ve bu krallıkların prensle prensesleri aşık olmuşlar birbirlerine. Zaman geçmiş tabii krallar izin vermemişler bu ilişkiye. Çünkü çok büyük bir savaş varmış aralarında ve iki kralda nefret eder diğerinden. Sen ne güçlü imişsin ulu sevda! Her şeyden ve herkesten, ateşten, sudan ve havadan ve akla gelen binlerce şeyin hepsinden daha güçlüsün. Krallıklar dağların farklı eteklerinde oldukları için iki aşık saatlerce yürüyüp dağın gizli bir bölümünde buluşurlar. Ama yok olacak gibi değil. Birbirlerine varmadan olmayacak.Velhasıl iki aşık babalarıyla konuşur ki nafile... En sonunda karar verirler,kaçacaklar....
Kızlar Sivrisi'nde sevda tükenmez türküleşir. Prensesin annesi kızının yanına birde koruman verir. Koruman kızı Sivrinin tepesine götürecek ve kızla birlikte prensesi bekleyecektir. Bu senaryo aynen uygulanır. Zirveye saatler varan zorlu bir tırmanıştan sonra varırlar. Ama prens yok.Ayrıca havada dondurucu soğuk. Sabaha karsı artık vücutlar donmaya yüz tutar. Tam o sırada karşıdaki zirvede belirir prens. Yanlış sivriye çıkmıştır. Birbirlerini görürler neyse ki. Koruman aşağı inmeye başlamıştır. Prens ise yukarı.Bundan sonra kimse onları görmemiştir. Birbirlerine kavuşmuşlar mıdır? yoksa prenses donmuş mudur? bilinmez. Fakat bugün Kızlar Sivrisi'nin zirve platosunda bir mezar vardır. O mezar prensesin mezarı derler. Onun üzerinde hiç kar erimezmiş.O kar prensesin gelinliğidir.


Derler ki, sevdalı bir kız eğer o dağa çıka , ister yaz ola ister kış ola, o mezarın basında bir gece geçire, hem de o geceyi salimen sabaha eriştire , bahtına kimin yazılacağı o gece rüyasında görür ola. Derler ki, aşığını bilmeyenler,o gece uykusunda bilir ola.

Derler ki bugün, hemen şimdi sevdalı bir kız yola düşe , Sivri'nin başına tez zamanda vara, göre ki, talihi ak mıdır kara mıdır? göre ki, gönlü pek midir yara mıdır? Göre ki, sevdasına uzak mıdır vara mıdır?
Kızlar Sivrisi'nin başında gelinlik gibi karın altındaki sevdalı, belki kendisi muradına eremedi ama, kim ona bir gece es olur arkadaş olur, düş olur kardeş olur ise yazgısı berrak, bahtı ak, cümle beladan uzaktır derler…


Bugünün dağcıları olarak ülkemizde dilden dile gelmiş gezilen ve görülen mevkilerin anlatılarını edinmiş doğacılar olarak, yapmakta olduğumuz kültürel aktiflikten bir çok şeyi öğrendiğimiz üzere bizlere yapılan paylaşımları da başkalarına ulaştırmakla amaç edinmiştik. Dağın efsanesinden sonra kulüpler arası yapılacak tırmanış şenliğinde aşıkların diyarına yol alıyoruz…

13 Mart gecesi Ankara’dan iki arkadaşımızla otobüs terminalinde buluşup, 23:00 ‘da Antalya’ya hareketlenen şehirler arası otobüs yolculuğumuzda, yarının aydınlık ışığını deniz kokan Akdeniz coğrafyasında buluşmak üzere yorgun bedenlerimizi uykuya bırakmıştık.

Cumartesi 06:30 sabahının günışığında üç dağcı arkadaş, otobüs terminalinin köşe kuytu bir kafesinde, taze sıkılmış portakal suyu ve sıcak simitlerle kahvaltımızı yaparak sıcak şehrimizin sıcak insanları ile günü karşılıyor, yeni bir yolculuğumuz ile tekrar hazırlıklarımızı tamamlayarak Kuzey Batı tarafında bulunan Elmalı ilçesine yol alacaktık. Yarım saatte bir hareketlenen Elmalı dolmuşlarına 07:00’de binmiş 90 kilometrelik yola devam ederekten bizleri karşılayacak İzmir Zirve Dağcılık ve Bursa Zirve Dağcılık ekipleriyle sonrasında dağ yollarına grup bütünlüğünde devam edecektik.

Yol süresince yanımda oturan, Antalya’da 13 yıl Tarım ve Köy İşlerinde müdürlük yapmış Celal Bey (Akkaya) dağ sohbetlerimiz dikkatini çekmiş, araya sohbetler eşliğinde konuşmaya başlamıştık. Elmalı’da boş zamanlarını bahçecilikle geçiren ve 350 m²’lik bir arazide bir çok bitki türünü bölümler halinde yetiştiren Celal Bey büyüğümüzle yol boyu Antalya’nın ekolojik ve tarımsal bölgenin oluşumundan konuştuk. Kendisi bölgenin tarım politikalarında geçmişte önemli çok önemli projelere imza atmış ve eşinin de ziraatçı olması ile bölgenin doğal yapısı üzerinde yaptıkları çalışmalarını bir bir dinlemeye başlamıştım. Yol üzerinde bulunan Delice Zeytininden, çamlara, fıstıklara, seracılığa bölgenin kalkınmasında en önemli yerlerden Korkuteli’nin mantarlarına kadar konuştuk. Korkuteli’nin Dünya Kültür Mantarcılıkta önemli bir merkez olduğunu da Celal Bey’den öğrenerek bu işin geçmişi hakkında uzun uzun bilgiler edinmiştim. Saat 09:00 gibi Korkuteli’ne vardığımızda ekipteki arkadaşımızın mide problemi yaşadığından bir sürelik mola vermek zorunda kalmış yolculara durumun önemli olduğunu belirtircesine rahatsızlıklılarını da bekletilmekten dolayı geçiştirmeye çalışıyorduk.


Elmalı’ya 09:30 gibi varmış ilçe merkezinde bizleri bekleyen grup arkadaşlarımızla selamlaşıp jandarmaya bildirilmek üzere dağ sistematiği üzerine kimlik bilgilerimizi vererek, çıkılacak dağ kulvarı hakkında da jandarmaya arkadaşlarımız haritadan bilgilendirme yapmış; Büyük Söğle köyüne doğru iki servis ile sohbetler eşliğinde tekrar bir araya geldiğimiz doğa ruhlu arkadaşlarımızla yol alıyorduk. Büyük Söğle köyüne vardığımızda köy halkı meydanda toplanmış selamlaşmalarla hazırlıklarımızı tamamlayıp, iki traktör ile yol alacak birinde kamp yüklerimiz götürülecek, diğerinde ise sıkışa sıkışa eğimli yollarda 15 km’lik yol gidecektik. Bir buçuk saat süren traktör yolculuğumuzda ardıç ormanlarının aralarından geçmiş, traktör römorkunda oturduğumuz süre içerisinde bedenlerimiz uyuşmuş biçimde bitkin düşmeye başlamıştık. Traktörün ilerleyemez olduğu ve kar tabakalarının yer yer görünmeye başladığı tepelerde ilerleyişimizin kalan kısmını da yüklerimizle yürümeye başladık. Bir saati bulan ağır kamp yüklerimizin eriyen kar yapısı, toprakla buluşan kısımlarında çamurlaşan izlerimizin üstlerimize sıçraması ile kaygan patikada ilerliyor gün ışığının keskinliğinde ilerleyişimizle kamp bölgesine varmıştık. Bizden önce kamp bölgesine varmış olan ekipler eğitimlerine başlamış bir çoğu çadırlarında dinlenmeye çekilmişlerdi.

13:00 da kar üstünde çadırlarımızı kurmaya başlamış, güzel havanın tadını çıkarıyor bir taraftan da yanımızda getirdiğimiz aperatif yiyeceklerden boşalan midelerimizin açlığını gideriyorduk.
14:00 gibi kış dağcılığına yeni başlamış ve zirve yapacak arkadaşlar için rehber ve eğitmenler kramponla yürüme, kazma ve çığ risklerine karşı yapılacaklar hakkında bilgilendirmeleri uygulamalı olacak biçimde anlatmışlardı. Kış dağcılığını ilk yapacak arkadaşım için birkaç düşüş eğitimini göstermek amaçlı kendimi tepeden aşağı atıp mont cebinde unuttuğum fotoğraf makinemin ekranını parçalamıştım. Bu olumsuzluluğa iç geçirmiş halde çektiklerimle yetinecektim artık. Makine çalışıyor vaziyetteydi ama görünürde çekip çekmediğini anlamak imkansızdı ve her kareyi çekiyormuşçasına denklanşöre basmaya devam ediyordum üzüntümle.

16:00 gibi kamp yemek kokularıyla dolmuştu. Akşam kuzey batıdan gelecek rüzgara karşı yemek ve kar eritme (su ihtiyacını gidermek) gibi işlerde rüzgar engel olmaması için kardan duvar örmüş bir mağaracık inşa etmiştim. Mönüde tadıyla, görselliği ile ad yapmış bulgur pilavımın hazırlığına başlamıştım. Eriyen kar sularını kaynatıp ısı kaybını önlemek için termosa boşaltmıştım. Arkadaşlarımızla paylaştığımız yemekleri kar üstünde sohbetlerle bitirmiş TODOKS kulübünün düdük sesi ile 17:00’deki toplantıya katılıp, şenlik içerisinde dağıtılan belge ve aksesuarlar ile dağ programının içeriğini Ahmet Şimşek’ten dinleyip sabah erken saatinde yapılacak gruplar halindeki dağ çıkışın detaylarını edinmiştik.

Akşam karanlığı ile kamp insanları çadırlarına çekilmiş, bardağıma doldurduğum sıcak ıhlamur çayını yüksek bir tepeye çıkarak doğanın sessizliğinde yağan kar altında içecek, esen rüzgarın ezgileriyle ruhuma hitap edecektim.
Çadırıma dönüp sabah 04:00’de kalkacak şekilde telefon uyarı sistemini programlayıp, çıkış için gerekli teknik donanımların hazırlığının ardından uykuya bırakmıştım yorgun bedenimi.


Pazar sabahının 03:30’da telefonun alarm sesiyle uyanmış, kahvaltı ve zirve çıkışı için kumanya hazırlığına başlarken; çadırıma giren soğuk rüzgarın etkisiyle vücut ısı kaybetmeye başladı ve dün akşamın yemek sırasında termosta yedeklediğim sıcak suyu ısınmak için içmeye başladım. Sıcak su olmasa bu durumun hipotermiye dönüşmesi halinde sorun olacağını biliyordum. 1 litreye yakın içtiğim sıcak suyla kendime gelmiş kahvaltımı da yaptıktan sonra zirve çantamı da hazırlayarak, poşetlenen dağ botlarımın bağcıklarının donmuş haline söyleyecek söz bulamıyordum gülümseyerekten. Bir süre ayakkabı giymekle uğraşıp son hazırlıklarımı da tamamlayarak karanlıkta baş fenerimle çadırımdan dışarı çıkıp, ay ışığında parlayan çevrenin güzelliklerine odaklanmıştım. Bütün kamp saat 05:00 hareketi için son hazırlıklarını da tamamlayarak ısınmak için bölgede yürüyüşler yapıyorlardı.


Bütün kamp 05:00 saati ile ay ışığında toplanıp hareket için grupların zaman ilerleyişi hakkında konuşarak öncü grubun TODOKS hareketi ile başlayıp son grup Zirve Dağcılık ekibi ile belirli mesafelerle devam edilecekti. Diğer İzmir dağcılık (İDADİK), DORUK orta gruplarda ilerleyecek şekilde ay ışığında baş fenerlerimizi yakmadan izlerden harekete başlayacaktık. Hava oldukça sakin ve güzeldi. Karanlıktan yükseğe çıkıldıkça aydınlamak üzere yol almaya başlanmış, ısınan vücutlarımızla üzerimizdeki fazlalıkları da bir bir çıkarıyorduk. Gün doğumunda adımlarımızla Kuzey rotası 3. Kulvara girerken bir başka grupta teknik çıkışları ile 5. kulvara girmişlerdi. 5. Kulvarın girişindeki dağcılardan bir kaçı geri dönüş kararı almışlardı ve ana kampa tekrar dönüyorlardı. Kar yapısının buza dönmeye başladığı 3. Kulvarımızda aşağı doğru kayan bir telsizi gördük ve peşinden rehberin kararını beklemeden telsizi tutmak adına koşan bir dağcının yüz metrelerce ilerleyişini ve tehlikeli bir yaklaşımda bulunduğunu an be an görebiliyor ve algılıyorduk. Öncü l. Grup kulvar girişinde kramponlarını takıp, baton yerine kazma çıkış hazırlıklarına başlarken, bizlerde bulunduğumuz eğimde krampon takmak için karda düz çukurlarlar yaparak hazırlıklarımıza başlamıştık. Bir taraftan krampon takarken diğer taraftan da enerji almak için donmuş çikolataları sert sert çiğnemeye çalışıyor yutuyorduk. Krampon değişimi yapılırken kazma ve kramponlarını getirmeyen birkaç kişinin dönüş zorunluluğuna girip döndüklerini gördüm. Riski minimize etmek her koşulda iyidir.

Krampon ile çıkış başlamış eğimde artmaya devam ediyordu. İlerleyen adımlarımızla hem grubun yapısını inceliyor hem de yanımda gelen iki arkadaşımızın durumlarına bakıyor nasıl olduklarını öğreniyordum. Performansı düşen arkadaşlar yavaş yavaş geriliyor bir noktada lokal geçitlerde kendilerini dinlenmeye bırakıyorlardı bir sürelik.

Yalnız ilerleyen bir gruptaki dağcı, kullandığımız izlerin dışında tek başına çıkarken, çantasından sarkan perlonların tehlike yaratacağını düşünüyordum ki; benim önümde ilerleyen kendi grubumdaki arkadaşın da perlonları takılı olmadığı bir anı boş bulup gizliden tehlikesini önlemiş olumsuz bir durumla karşılaşmamak için perlonları çantaya kilitlemiştim… Bu sırada yalnız çıkmaya devam eden kişi çantasından sarkan perlonları fark etmediğinden, eğim çıkışında ilerlerken ayak ve sırt açısı yakınlaşmasından dolayı krampona takılınca yardım isteyen bir seslenişini duymamızla, bulunduğu durumda geriye düşerse tehlikeli düşüşün kaçınılmaz olacağını biliyordum. Benimle aynı çizgide yürüdüğünden dolayı yardım için hareketleneceğim anda arka sırada Uluyan Kurt (Burak) arkadaşın bana seslenip yardımda bulunmamı istemesi üzerine, ani hareketle yürüyüş çizgisinden ayrılıp kazmayı sert kara saplayarak yana geçiş yapıp, tek ayağı havada perlonlara kilitlenip düşmeye yakın bir anda; sağ elimle kaval kemiği ve sol kolumla göğüs kısmını dengede tutacak şekilde; düşmesini engelleyerek sakin olması gerektiğini ve krampon dişlilerine takılı olan perlonu çıkarıp eğimde kazmasına tutunmasını söyleyerek tehlikenin önüne geçmiştik.

Çıkışın ilerleyen saatlerinde rüzgar şiddetini arttırmış, rüzgarın geçiş noktalarında da adımlarımız bekliyor aralıklı geçişler yaparak ilerlemeye çalışıyorduk.
Sırta vardığımızda saat 10:00 sıralarıydı ve zirve de kendisini göstermeye başlamış 5. Kulvardan çıkan ekibin zirve kutlamasını görebiliyorduk.

10:15 gibi zirveye vardığımızda, 5 saat 30 dakika süren çıkışın ardından gökyüzü ile bütünleşip, zirvelerin zirvesinden yerküre ile gülümseyip, beni kabul eden dağın ve doğanın bütünlüğünde mutluluğumu ezgilerle seslendiriyordum… Ya-heyyyyy, Ya-heyyyyy, Hey-yaaa!!


Toprak Ana’ya baktığım gökyüzü bulutlarından, mutlu olmanın, sevgiyle doğayı kucaklamanın ve bu zorluklarda adımlamanın ne olduğunu, bu noktaya vardığımda algılarımda bütünleştiriyordum. Yeryüzünden bir karış bile yükseğe sıçrayamayan bir bulutun sislerin ilerleyişi gibi yukarılara tırmanmıştım. Bir çok dağ gibi bugün bu dağın kış koşullarında zirveye varmış, yaşamın anlamını bir kez daha gözlerimin önünden geçirerek; sevgi ile ilerleyişimizin mükafatını da doğadan almıştım.

Çekilen zirve fotoğraflarının ardından gruplar iniş hazırlığına geçmiş ilerliyorlardı. İnişimi kendi grubumun dışında TODOKS dağcılık ekipleriyle inmeyi kararlaştırıp arkadaşlara önden gideceğimi ileterek iniş hazırlığında bekleyen gruba katılmıştım. Başka grupla yürümenin benim için bir öğretisi olduğunu sezinliyordum. Grupla inişe başlarken iniş rotasının Kuzey Klasik olarak belirlenip öncü arkadaşlarla beraber hareketlenmiştik. Sert rüzgarlarla birlikte gelen sis kütlesi rehbere zor anlar yaşatıyordu sanırsam ve dağcılık kurallarından birini ekip uygulamaya almış; siste sürekli irtifa kaybı yapılarak yönsüz inişe gidiliyordu. TODOKS ekibinin her yıl iniş yaptığı Klasik rota sisten yön kaybına sebep olunca iniş sırasında bazen yönlerde problemlerde çıkmıyor değildi. İrtifa kaybedildikçe sisler kaybolmaya başlamış rehber nerde bulunduğunu çıkarmaya çalışarak dağları zihninde sıralıyor gibiydi. 2700 metre’ye indiğimizde bazı sesler algılıyorduk. Rüzgarın yönüne göre gelen seslerin birkaç kişiye ait olduğunu onaylamış rehberde iletişim kurmak için rüzgarın ters yönünden sesini ulaştırmaya çalışıyordu. İniş ilerleyişinde üç kişilik bir ekibin Tur kayak’ı için hazırlandıkları ve rüzgar yönünden rahatlıkla gelen seslerinin kendi aralarında iletişimde olduklarını anlamıştım. Sisler bitince Tur kayak’ı yapacak ekip hazırlıklarını tamamlayıp kayarak inişe geçeceklerdi.

İrtifa kaybedildikçe gruptaki bir çok kimseyi incelemiş ve yeni başlayan dağcıların çoğunlukta olduğunu algılıyordum. Eğimli iniş artıkça kazma ve krampon kullanımında yanlışlık yapan bir çok kimseyi gördüm ve kazmayı ters şekilde tuttuklarını görüp düzeltmelerinin yararlarına olacağını düşünerek uyardım. Önümde yürüyen birkaç arkadaşın çantalarına bağladıkları batonların sağa sola savrulmasından rahatsız olmaya başlamıştım. En riskli bir kısımdayız ve grupta bir kazanın olması halinde ve zihnin yorgun düşmeye başladığı zirve sonrası tehlikeli kazaların oluşmasını sezinliyordum. Dağ çıkışlarından kaza oranı minimizedir her zaman. Çünkü çok dikkatli emin adımlarla ilerlerler. Ama zirve yapıldığında iniş rahatlığı riski artırıyordu.inişteki arkadaşların yürüyüşlerinde dengesizlikler fark ediyor kendilerini yorgunluğa bırakırcasına adımlıyorlardı. Birkaç bayan arkadaşın önümde iniş halinde zor adım attıklarını fark ediyordum ve sürekli sorup zihinlerini kontrol etmeleri gerektiği hakkında uyarmaya başladım.

Dağcılıkta en önemli anlar da inişte kontrolü kaybetmemektir.

İlerleyiş devam ederken iki kişinin, uyardığım halde kazma kontrolü sağlayamadıklarını ve yanlış tutmalarını fark ettim ve yine literatürce anlatıp bu şekilde tutulması durumunda düşmenin sadece kendilerine zarar vermeyip, önündeki insanları da düşme-kayma sırasında durduramayacağından dolayı bowling gibi dağıtacağını göstererek anlattım. Kazma tutuş şekilleri kaşık kısmı arkada, gaga kısmı ise öndeydi ve düşüş eğitimleri uygulayan biri bu hatayı yaparsa gaga kısmının sert zemine saplanması yerine kendisine saplayarak başına gelebilecekleri; iniş yapılan dinlenme kısmında uygulamalı olarak gösterdiğim halde kısa süreli tartışmalara girdik grup içinde. İki arkadaşa verilen eğitim TDF ( Türkiye Dağcılık Federasyonu ) tarafından bu şekilde verildiğini ısrarla dile getirip devam ettirtmesi halinde, ilerleyen inişte bayan arkadaşın düşüp kaymaya başlayarak duramaması ve şans eseri önündekinin kazmayı kara saplamış olması tehlikenin boyutunu da hatalarına karşı göstermiş oldu. Nasıl durması gerektiğini dahi bilemeyen birinin, herkesi tehlikeye düşüreceğini ve kış dağcılığı yapılmasına karşı çıkarak rehber Ahmet Şimşek ile bu tür bir riskin kaçınılmaz olup neden dikkat edilmediğini sorduğumda anladım ki, gruplar arasında disipline bir yapıdan çok hatayı kapatma söz konusu olmuştu ve bana verilen cevap: “İki arkadaşın TDF tarafından yaz ve kış dağcılık eğitimlerini tamamlayıp burada olduklarını” belirtmesi üzerine şoka uğramış rehberle birlikte öne geçerek inişi de kontrollü tutacak şekilde iyi bir şeylere neden olmak yerine kendimi maydanoz olmuş misali gergin hissediyordum.

İniş devam ederken hava ısınmaya başlamış gün ışığı karı yumuşatıyordu. Çığ riskini gördüğümüz bir noktada rehberin fikir paylaşması ile açık bir bölgeden gitmek yerine sırt oluşturmuş bir blok kenarından inişe devam ediyorduk. Kar üstü yumuşayan kütlenin alt kısmı buzdu ve kramponların uçları dahi girmiyordu. Kayarak inmeyi düşünmüştüm ama beklide kramponla inişin öğretisine devam etmek gerektiğini algılayarak devam ettim. Bu noktada biliyorum ki bir çok kişi düşecekti. Rehberle belli bir noktada inenleri gözlemliyor bir çok kişi tek tek düşüyordu bu bölgede. Bu sırada Ahmet Şimşek yanımıza gelerek bana : “kazma nasıl tutulur gösterir misin?” demesi üzerine bende gergin halimi üstümden atamadığımdan dolayı üstüne bilgi paylaşımında haklı olduğumuz halde üzüntüsünü yaşamak, iki arkadaşın aldığı eğitime göre bende onlar gibi davranıp kazmayı yanlış tutmuş karşımda beni dinleyenleri şoke etmiştim. Şoke etmemin sebebi ise yukarda bahsettiğim düşme sırasında kazma tutuş düzenince yapılan hareketin ne şekilde zarar göreceğini açıklayarak, vücuduma nasıl saplanıp da başıma neler geleceğini anlatışım. Oysa doğruluk kabul edilmediğinden öyle anlatmış gerginliği de gülümseyerek anlatıma vermiştim. Ahmet bey beni yanlış anladığını ve bu konuda üzgün olduğunu dile getirip bu tür faaliyetlerde başlarına bir şey gelmeden tehlikeyi anlamadıklarını dile getirmişti. Haklıydım ama üzüntüm devam ediyordu. Çünkü dağcılığın disipline edilmesi gerektiğini savunuyor ve neden bilindiği halde bu hataları engelleyecek bir şey yapılmadığını dile getiriyordum. Rehber yetkisini kullanabilmeliydi ve grubu iyi tanımalıydı.


Ahmet bey ile sohbetlerimiz plato düzlüklerinde sıcaklık bularak geçmişte yaptığı faaliyetlerden bana bilgiler veriyordu. Yaş olarak ilerlemiş halen dağların sevgisiyle kucaklaşması iyi bir şeydi. İlerleyen sohbetlerle birlikte önden devam ederken karda iz açmak için öne geçmemi rica etti ve uzun bir süre bozulmamış karda yürüme uygunluğu için izler açarak ilerliyorduk. Bozulmamış bir karda rehber olmak ve karda iz açmak her zaman yorucudur. Yürüyüş eğitimlerinde Lokal Santral geçişlerle önde yorulan kişi en arkaya alınır ve bir arkasında ilerleyen kişi öncü olurdu. Bizde bunu gerçekleştirerek ana kampa 2 saat 30 dakika süren ilerleyişle devam ediyorduk. Kampa ilk gelenler olarak zirve faaliyetine katılmamış iki arkadaşın beni kutlaması ve sıcak bir şeyler ikram etmesi dağ koşullarında paylaşmanın ne demek olduğunu gözler önüne seriyor huzurla mutlu kılıyordum kendimi.

13:00 gibi kamp bölgesine vardığımda bir şeyler atıştırıp sürekli sıvı tükettim. Çünkü bu faaliyetimi susuz geçirmiştim. Zirvede arkadaşlarımca verilen küçük bir bardaktaki sıcak su dışında 8 saatlik bir faaliyeti bitirebilmiştim sonunda. Suyum donmuştu ve yapacak en iyi şey güçlü kalmayı sürdürmekti sanırsam. Bu güçlü bağışıklığı kazanmanın altında geçmiş yaz faaliyetlerinde yaptığımız susuz tırmanış denemeleri etkili olmuştu belki de... Ağızdan sürekli nefes almak susuzluğu tetiklerdi ve sürekli burundan aldığımdan nefes düzenini koruyor, su ihtiyacı da hissetmediğim gibi vücut aslında suda istiyordu. Bu konuda yaşadığım en büyük sıkıntı Temmuz 2008’de Aladağlar’daki 3296 metrelik Eğritepe zirve tırmanışıydı.

Aladağlar’da başıma gelen talihsiz bir yaz tırmanış günüydü o gün ve Avcıbeli ana kampında Eğritepe tırmanışı yaparken kayalılıklara pet şişem düşmüş; patlayan suyun susuzluğuma neden olmasıyla gruptaki paylaşmanın sıkıntısını da yaşayarak kimseden su isteyemez duruma düşmüştük. Bölgede su kaynağı da yoktu ve rehber en büyük hatayı susuz bir bölgeye kamp atarak iki günü yeterli olmayacak sularla faaliyeti bitirmeye çalışıyorduk. O gün zirveye yakın bir yerde bulduğum tozlu kar kütlesinde karları yiyerek susuzluktan çatlayan dudaklarıma merhem olmaya çalışıyor, vücuduma enerji akmasını sağlayarak kar yiyiyordum. Saf kar yemek vücut için zararlı olsa da yapacak tek bir şey vardı ve yanımda taşıdığım şekerli tozu karla karıştırarak yemeye başlamış uzun bir sürelik faaliyeti bununla sonlandırmıştım. İki zirve tırmanışı daha yapılacaktı o gün, yanımda sadece 300 ml. dönüş için yetmesi dahi sıkıntı yaratacak su miktarı kalmıştı ve akşam olmuş çıkış ile ilgili problemleri dile getirerek partnerimle dönüş kararı almaya karar vermiştim. Verdiğim karar doğru görülmüş olacak ki herkesin yeterli suyu yoktu ve akşam için dahi aperatif yiyecekler yenilmiş yemek yapılamamıştı susuzluktan. O gün yaşanan bu olumsuzluk ile herkesin dönüş kararı alması ile susuz geçen dönüş yolumun zor koşullarda kendisini idare edebilmesiyle gücüme güç katabilmiştim…

Sevdalıların diyarında 2 gün 1 gece konaklayarak Kızlar Sivrisi 3070 metre yüksek irtifa kış tırmanışını tamamlayarak, bütün ekipler kampa varmış dönüş yolumuzun sıkıntısını yaşamamak için Antalya ekibi ile gitmem gerektiğini ekibe bildirerek toplanma hazırlıklarımı tamamlamıştım bölgeden ayrılmak üzere. 14:00’da kamp bölgesinde arkadaşlarımızla vedalaşıp ayrılırken güzel bir faaliyetin ardından yeni bir dağda buluşmak üzere bütün varlıklara sesleniyordum… Yata-heyyaa !


“Özgür ruhların, yaşamın amacını edindiği dağların bütünlüğünde sevgiyle adımlıyoruz…”

Sevgilerle…

Yürüyen Bulut konuştu
Bulut Açar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder