Doğanın Ruhu'ndan Özgürlüğe Adımlamak...

Gezi Kültür Yazıları

Doğadan Ezgiler

DOĞADAN EZGİLER

Şehrin yaşamından yorgun düşmüş bir doğa insanının anlatısıdır bu… Üç hafta geçti ve koşulların olumsuz etkisindendir ki bir türlü çıkamadım doğaya. Şehrin yoruculuğu üzerimde ve huzursuz iş ortamı çalışmalarının birikmiş ruh hali ile patlamaya hazır bir gök gürültüsü gibiyim.

Bugün cuma ( 30 Ocak ) ve iş ortamındaki günlerce tartışmaların yoğunluğundan olsa gerek güne farklı seslenişimle başlıyorum. Bugün gülümsemeli şehre Yürüyen Bulut ve sessizce uzaklaşmalıdır ağaçların kovuğuna. Bugün iş mesaisinin bitişini huzurla beklemekteyim. Biliyorum ki, zihnimin yorgunluğunu geride bırakıp iki koca gün ve bir geceyi çadırımda geçirmenin keyfini yaşayacağım. Güzel yürekli doğa ruhlu dostum, kamp arkadaşım ile haftalardır planladığımız Bolu Abant'ta kış kampına saatler kaldı ve Ankara Terminali'nden biletlerimiz hazır şekilde bekliyoruz.

Gecenin aralığında saatin yarımı vurduğu vakit üç saatlik yolculuk ile Abant sapağına vardıktan sonra, tesislerde sabahın gelişini beklerken, sıcak bir çay sonrası masa başında geçen derin uyku ile uyumaya çalışmaktayız. Tesislere saat başı gelen otobüs yolcularının gürültüsünden, anons yapan bayanın sesini dahi bugün duymuyorum. Her zaman masadaki uykudan daha da uykulu olduğumu algılar halde uyandığımda, hatırladığım dışarıdaki kar tanelerinin bizleri çağırmasıydı.


Sabah kahvaltısının ardından son hazırlıkları yapıp 21 km'lik yolun bir kısmını yürüyerek diğer kısmını da araç ile planladık. Amacım ilk defa kamp yükü ile çıkan arkadaşımı biraz yormak ve ayaklarının yollara alışmasını sağlamaktı. Bir sonraki faaliyetlerde daha iyi olacağını biliyorum. Yol sapağından Abant istikametine doğru yol alırken, ağaçların kar örtüsü ile bütünlüğü o kadar güzel ki bu bütünlüğe arkadaşımla birlikle karşılayış mesajını veriyoruz.

Ya-hey, Ya-hey! Hey-ya!

Yol boyunca dostumun ağaçlara dokunuşu o kadar huzur doluydu ki bunları fotoğraflarken diğer taraftan bu güzelliklere tekrar sarılmanın mutluluğu ile bütün akrabalarımız olan sevgi çemberine, karşılayış ezgilerimi sunmaktaydım. Bizlerin şarkıları kısadır da, bu şarkılar çok şey anlatırlar…

Önümüzde uzanan yolu adımlarken, mavi tüylü kuşun bizi izlemesi ve orman kuşlarının şarkılar söylemesi yaşayışımızdaki o güzel olanı bulmanın sevincini, çocukların gülücükleri gibi ortaya çıkarıyor, yol kenarındaki akan suyun tadı ayrı bir güç katıyordu. İçim içim içilen suyun tadıydı bu. Şehir musluklarına dokunmak bulutlar için ateşe dokunmakla eş değerdi. Burada ise durum farklıdır…

Devam eden yolculuğumuza ara verme zamanı gelmiş arkadan gelen servisin kornası ile çantalarımızı araca yükleyip kamp bölgesinin geri kalan kısmını da tamamlamış olduk. Abant girişinde indikten sonra, kamp yüklerimizle birlikte 1 km'lik çadırlı alana, sağımızda donmuş göl, solumuzda ise koca heybetli ağaçların arasından yürümek ne muhteşemdi. Ve bu ilerleyişte bir ezgidir bulutların seslenişi doğaya. Seslenişimdeki ezgi ile çok şeyin ifade ettiğini bilirim. Özgürlüğün herkesçe farklı tanımlandığı gibi: Yata-heyaaa !

Sesleniş sonrası ağaçların arasında bir çift Saint Bernard ile karşılandık. Bizlere yaklaşıp o güzel sesi ile karşılık veren dostlarımızın bizlere eşlik edeceğini algılamak hiç zor değildi. Yola dört kişilik bütünlükte devam ediyorduk artık. Arada bir erkek rehber bizlere kısa yolları gösterirken, diğer taraftan ise yanımıza yaklaşan dişi Saint Bernard'ın sevecenliği görülmeye değerdi. Tüylerini okşayıp fotoğraflarla anılaştırmak için hızlı davranıyordum. Çadırlı kamp bölgesine vardığımızda ağır yüklerimizi her zamanki gibi güzel orman ağacının yanına bırakıp bir süre bizi karşılayan güzel dostlarımızla oyunlar oynayarak, yürüyüşler yaparak geçirdik. Bu arada ev gözlememizi de, dostlarımızla paylaşmayı ihmal etmedik. Çadırımızı kurup ısınmak için ateş hazırlığı ve yemek için ocak sistemini kurduktan sonra bir şeyler atıştırarak doğayı dinledik. Bu sırada bizler de Kızılderili ezgilerini bize ev sahipliği yapan doğaya ve sakinlerine dinletiyorduk…

Çevremizdeki doğayı izlerken kar yağışının azlığına hüzünle şahit olduk. Yükseğe bakıldıkça kar yoğunluğu artsa da bulunduğumuz yerde çimler dahi rahatlıkla görülüyordu. Bu mevsimde bu kısır döngü nedendir diye anlatmayacağım. Kar mağarası veya İglo yapımı hayalim varken, içimdeki hüzün mağaralarında dinginleşmek zorunda kalıyorum.

Öğlen sonrası başlayan doğa yürüyüşümüz ile orman ekosisteminin olağan görselliğinde fotoğrafladığım güzellikleri çekerken, şehirden uzak doğamız ile iç içe yürüdüğümüz bu güzel atmosferin havasını ciğerlerimize dolduruyorduk.

* Kar Meleği

Yönümüzü köy marketlerine çevirip ahbaplık kurduğum sıcak yürekli bir ailemiz ile dostumu tanıştıracak ve akşam için eksik bir şeyler mevcut ise tamamlayacaktık. Markete girişimizde kalabalık bir kafilenin alışverişi dikkatimizi çekti. O gün doğacılar Abant'ı ziyaret etmişlerdi. Kafileden sorumlu olan arkadaşla tanışıp sohbete başlamak uzun sürmedi tabii ki.

Yakın zamanda yaşanan 10 doğa ruhlu varlığın çığda yaşamlarını yitirmesi ile herkes sürekli bir şeyler dile getirerek dikkate değer konuşmalarda bulunuyordu bizler gibi. Bağlı bulunduğum derneğin adından olsa gerek, turizmci arkadaşımızın ısrarlı bir tavırla, “ Siz kendi işinizi yapın, biz de kendi işini yapalım” “herkes kendi işini yapsın” sözünü sürekli olarak tekrarlaması dikkat çekiciydi. Sanırım ticari boyutun doğaya ulaşması da bu açıklamayı güçlü kılıyordu.

Bizler dernek olarak; doğayla kucaklaşmanın doğaya ait belirli bir eğitimi de zorunlu kıldığına inanıyoruz. Arkadaşımızın yaptığı mesleki işe saygı duymak gerekir. Paranın egemenliğinde zamanın güzelliklerini yaşadığımız doğaya da, bu kuruluşlar aracılığıyla ulaşabiliyoruz, değil mi? Geçen yıllarda yaptığım birçok yüksek irtifa dağcılığında, üzüntümü hep ulaştıramadığımdan yakınırdım. Madde olan para kazanılır bir şekilde ama doğaya sevgimizi vererek adımlayalım, ne dersiniz?

Bu üzüntümü dile getirdiğim yer ise Toroslarda ki olağan güzelliği ile görülmeye ve yaşamaya değer katacak Bolkar Dağları'nın Karagöl mevkiinde yapılan doğa kirliliğiydi. Bunun gibi daha birçok bölgemiz kirletiliyordu ve bu üzüntümü bu satırlar aracılığıyla tüm doğaseverlerle paylaşma gereği duyuyorum. Doğa varlığı olarak hayat bulan Ben ve yaşam yolum bu güzellikleri anlatmak, yaşatmak ve ezgi oluşturmakla ilerler. Ruhun ve hayat bulduğu doğanın ezgisi arındırmak, şifa vermek içindir. Bolkar Dağları'nın endemik kurbağalarını duymuşsunuzdur. Dağ aralığındaki 2500 m yüksekliğinde bulunan Karagöl'de yaşayan sessiz canlılarımızın hali içler acısıydı. Göl kirletilmiş, içerisinde içki şişelerinden, su şişelerine, hazır yemek kaplarından, poşetlere kadar suda şehir çöplerinden birçok parçayı maalesef görmek mümkün.

Kartalların saldırılarından yorulan kurbağalar doğaya adapte olarak evrimleşmiş ve seslerini kısmışlardı sonsuzluğa. Sakin hallerine diyecek yoktu. Öyle ki ziyarete gelip çadırlarda konaklayanları da vardı bu güzel varlıkların.

Ticari kuruluşları kötülemek gibi bir niyetim yok. Sadece her parasını veren ve doğayı seviyoruz deyip üstüne pisliklerini bırakan insanlara izin verilmemeli isyanında bulunmak istedim. Doğaya çıkanlar bilinçlendirilmelidir. Biraz düşünelim isterseniz, doğa insan olmadan yaşamaya devam edebilir mi? Peki, insanlık doğa olmadan (ağaçlar, sular, bitkiler, hayvanlar) yaşamaya devam edebilir mi? Ya da nasıl bir yaşam olabilir?

Kızılderili kültüründe yıllardır yüreğimde taşıdığım bir Cree sözünü hatırlatmak isterim. Amerika'nın bozkırlarında kalan birkaç ağaç ve birkaç buffalonun ölüme yürüyüşünü bir Cree insanı bozkırlara bakarak şöyle ifade eder:

"Son ırmak kuruduğunda,
Son ağaç kesildiğinde,
Son balık tutulduğunda,
Beyaz adam paranın yenmeyecek bir şey olduğunu anlayacaktır...
"

Turizmci arkadaşımızla sohbetimizi bitirip ayrıldıktan sonra sıra, sıcak yürekli ailemize geldi ve küçük kardeş İsmail'in tatlılığı yine üzerindeydi. Öyle ki müşteriler İsmail'in hikâyelerini duymaktan oldukça memnunlardı. Arkadaşım ve tanıştırdığım ailemizle birlikte yaptığımız kampın içeriğini, piknikçilerce kirletilen çevrenin durumlarını konuştuk. Güzelim Abant yorgun düşecek sanırsam. Sonbaharda sürekli geldiğim Abant'ı birçok defa orman içlerini temizleyerek geçirmiştim. Şimdi ki bu kirletiliş ise kar örtüsü kalktığında daha bir açığa çıkacak gibi...

Sohbet ve içimizi ısıtan sıcak çayın ardından karanlığa girmeden köy marketlerinden ayrılıp akşam yemeği için hazırlıklara başlamak gerekiyordu. Menümüzde barbunya plaki ve dağların güzel yemeği bulgur pilavı ile içeceklerimiz...

Yemek sonrası kamp ateşimizi söndürüp gece yürüyüşü için hazırlıklarımızı yaparak ay ve yıldızların eşliğinde yürüyüşümüze başladık. Hava oldukça güzel bir soğuklukta, yerler buzlanmış, kaygan bir yolda adımlarımızla eşlik ediyorduk doğa sessizliğine.

Kampa dönerken yolda iki köpek dost, bizlere eşlik etmeye başladı. Sanırım, geceyi bizleri koruyarak geçirmek istiyorlar. Kamp uykusuna başlamadan önce son olarak çadırın rüzgâr duvarını yapma aşamasına gelmiştik. Büyük boy çöp poşeti ve küçük kürekçik ile çadırdan 50 m. ilerde açık alandaki bir yeri kar toplama alanı olarak belirleyip, poşeti karla doldurmaya başladık. Birçok defa gidip gelerek ağır kar kütlelerini poşetle taşıdık. Yarım ay şeklinde rüzgar yönünü hesap ederek, duvar oluşturduk. Bir saat içinde yapılan duvar sağlıklı hale gelmiş ve çadırın alt kısmından rüzgârın geçişini de engellemiş olacaktı.


Sabah uyanışımız, iki doğa dostumuzun bizleri koruma içgüdülerindeki seslenişleriyle oldu. Sıcak bir kahve hazırlanışı ile doğaya merhabalar yolladık. Gece boyu bizleri yalnız bırakmayıp bizlere eşlik eden, sıcak yüreklerini sunan iki dostumuza ödüllerini verme zamanı gelmişti. Bir sucuğun yarısını onlarla paylaştıktan sonra, diğer yarısını da kamp ateşimizde ağaçlardan aldığım çöplerle pişirip keyif yapacaktım. Hem oyun oynayıp hem de, yemeği paylaştığımız dostlarımızdan izin alıp, şimdi kendi kahvaltımızı yapıyorduk. En çok bu kısmı güzel olsa gerek, doğada sabahın ilk saatlerinde içilen sıcak bir içecek ve kahvaltı gibisi yok sanırım.

Günün hoşnutluğu ve temiz havasında omlet, zeytin, peynir ve sıcacık kahveden oluşan kahvaltıdan sonra doymamış olacağım ki, çam ağacının dalına batırılmış ve kamp ateşinin közünde pişmekte olan sucuğumla noktalıyordum öğünümü.

Ve günü; sevinci, hüznü, barışı, yalnızlıkları, öfkeyi, dostlukları, acıyı, müziğimizdeki ezgilerle, ateş etrafında dans ederek, uzun soluklarla boşluğa yollayan ruhlarımız eşliğinde karşılıyorduk. Zamanın bir sonrakine aktarılmasında, gölgelerimizin eşliğinde, Doğa Ana' ya sevgi ve şükranlarımız Winnebago ailesinin bilge sözü ile dile geliyordu;

“Kutsal Toprak Ana, ağaçlar ve tüm doğa, düşüncelerinizin ve yaptıklarınızın şahididir.”


Günün aydınlığı gibi ışığınız güçlü olsun.

Sevgiler...

Yürüyen Bulut konuştu
Bulut Açar


Günün Üzerine:

"Bizler ağaçlara zarar vermek istemeyiz. Ne zaman onları kesmemiz gerekse önce onlara tütün ikram ederiz. Odunları asla ziyan etmeyiz, lazım olduğu kadar keser ve kestiğimizin hepsini kullanırız. Eğer onların hislerini düşünmez ve kesmeden önce tütün ikram etmez isek, ormanın diğer bütün ağaçları gözyaşı dökecektir, bu da bizim kalplerimizi yaralar."

Mesquakie Kabilesi


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder