Doğanın Ruhu'ndan Özgürlüğe Adımlamak...

Gezi Kültür Yazıları

Ağrı Dağı Tırmanış Güncesi

AĞRI DAĞI GÜNCESİ

1 AĞUSTOS 2009


Bulutlar şarkı söyler…

Yıllardır gökyüzüyle bütünleşmek adına dağların doruklarına zirve tırmanışlarına adımlayıp dururum. Toprak ana’ya gökyüzünden şarkılarımı seslendirir yürüdüğüm toprak parçasında sevgimi dile getirirdim.

Bugün şairin dile getirdiğini yaşadım ve ilk defa uçtum, uçtum bozkırların yükseltisinden uzaklara… Seslendim şairle birlikte…

“Ne uçmayı bilirim, ne de gökten haberdarım,
Bir karış bile fazla yükselemem yerimden:
Toprağa basmak için yapılmış ayaklarım.

Bir karış bile fazla yükselemem yerimden,
Hasretle büyük, geniş semalara bakarım:
Toprak beni daima çeker eteklerimden...”

Cevdet Kudret Solok




Yaşamım boyunca ilk defa uçağa binmenin heyecanıyla bırakıyordum kendimi semalara… Bulutların eşliğinde yeryüzünü şekillendirmiş toprak parçasına bakarken doğanın ruhu ile bütünleşmiş her şey gördüklerimle düşündürtüyordu bana bu güzellikleri. Dağların, vadilerin, ovaların, platoların izlerinden var olan birçok canlının izlerini yansıtmıştı toprak üzerinde. Yer yer kaplumbağa, yılan ve kuşların görünümleriyle canlıları resmetmişti üzerine küre… Kuş bakışıyla doğayı izlemenin keyfine vararak Nemrut Krater Gölü üzerinden Van Gölüne süzülerek konmuştuk Ferit Melen Hava Alanı’na…

Göçebe kuşların izinden gelmiştik Van’a ve uçaktan dağ tırmanış çantamı alarak yolların izinden Doğubayazıt topraklarına gidecek güzergâhı bulmuştum. Ağrı Dağına (Ararat Dağı ) yakındım artık ve saatler sonra Türkiye’nin zirvesini uzaklardan görebilecektim.

Doğubayazıt’a gitmek üzere Van’dan ayrılarak 3-4 saatlik yolculuğa başlamıştık. Muavin koltuğunda oturmuş kaptan Mahmut Ağabey ile insandan, doğadan konuşarak Doğu Anadolu topraklarından bilgiler edinip akan nehirlerden farklı kaynaklarla debimi yükseltiyordum her zamanki gibi… Yol boyunca akan nehirlerin kaynağını sordum Mahmut Ağabey’e ve bu güzel suyun Türkiye’nin tek aktif volkanik dağı olan 3584 metrelik yükseltisi ile Tendürek krater dağından geldiğini söyledi. Kaplıcaları ile şifa bulan insanlar bu dağın var olmasıyla da güçlenmişlerdi ayrıca.

Kaptanımız bu güzel sohbetlerin keyfiyeti üzerine yolculuğu tatlandırarak Tendürek’ten akan ırmağın üstünde oluşturulmuş küçük bir tesiste bizlere bir çay molası ile gönlümüzü dinlenceye bıraktırmıştı.

Saatler süren yolculuk güzel sohbetlerle son bulmuş; öncesinde bağlantı kurduğum dağcı bir arkadaşla öneri üzerine benimle otele kadar eşlik ederek bölge ve dağ tırmanışı hakkında ayrıntılar alıp otelde odama yerleşmiş yorgun ilk günün yorgun bedenini uykuya bırakmıştım…
 2 AĞUSTOS 2009

Doğubayazıt’ta bulutlu, serin bir günün aydınlığıyla uyanmış, günün kahvaltısına eski üyesi olduğum doğa sporları kulüp üyeleriyle birlikte sohbetler eşliğinde güne başlamıştım. Ağrı dağına tırmanış için yol masraflarını minimize etmek, ulaşım ve katır ile ilgili çözümü tırmanışa katılacak tanıdık bir ekiple çözecek ve tırmanışıma odaklanarak günü beklemek adına bir günümü daha Doğubayazıt’ta gezgin adımlarla keşfedecektim şimdi.

Kahvaltı sonrası sıcak bir kahvenin içilmesiyle bölgenin tarihi, doğa ve kültürel izlerine ait bilgiler edinerek şehrin 8 km güneyinde İshak Paşa Sarayını gezilecek ilk yerler arasında düşünerek dağların arasındaki sarp kayalıkların yükseltisinde bulunan kartal yuvasına doğru yürümeye başladım.



İshak Paşa Sarayı’na vardığımda birkaç yüz metrelik uzaklıkta bulunan türbe ve sarp kayalıklardaki doğa yapılarına öncelik vererek bu bölgeleri gezmeye başladım.

Vadi kayalıklardan inip tarihi bir cami avlusunda dolaşırken karşımda bir türbe ve insan yoğunluğu dikkatimi çekti. Türbe, çok önemli bir mutasavvıf olan Ahmed-i Hani türbesiydi. Kürtçe Ehmedê Xanî anlamına gelen ve Hani Baba adıyla anılan çok önemli bir tarihçi, edebiyatçı halk tarafından da şeyh olarak kabul edilmiş hakkı değer bir insanın türbesiydi. 17. yy. Divan Edebiyatının Kürtçenin kurmanci lehçesine uyarlanmış birçok eseriyle tarihi izini bu güzel türbede gün be gün anılarak güçlü kılınmış.

İshak Paşa Sarayı’na vardığımda 15 metreye yakın saray kapısında durmuş yapıyı incelerken; Kırgızistanlı bir ziyaretçiyle kısa sohbetler eşliğinde bu güzel tarihi mimariyi övmeye başladık.

Sarayın yapımı 1685 yılında Çolak Abdi Paşa tarafından başlamış, oğlu İshak Paşa tarafından tamamlanmış. Saray, Türk gelenek ve mimarisine uygun olarak düşünülmüş ihtişamlı görüntüye sahip.

Saraydan içeriye girdiğimde geniş bir saray avlusunda adımlamaya başladım. İçerisinde cami, türbe, aşevi, harem odaları, zindanlar, hamam, eğlence ve merasim salonu, kütüphane, cephanelik ve erzak odaları bulunmaktadır. Her bir bölüme girildiğinden birbirinden farklı mimari dokularla karşılaşmak mümkündü.

Saray mimarilerinde kabarmalar, yazıtlar ve duvarlara işlenmiş geometrik, simetrik simgeler taş işçiliği ve oymacılığı yönünden muntazamdı.

Yapısı ve bulunduğu dağlık bölgeden olsa gerek birçok hikâye ve efsaneye konu olmuş bu ender yapı Doğu Anadolu’da bulunan belki de en büyük mimari yapılardan biriydi. Sarayda her adımlamayla beraber görkemli yapısından hayal dünyasında yolculuğa çıkmamak imkânsız olsa gerek. Burada adımlayan her insan kendisini tarihin yolculuğuna farklı bir şekilde farklı zamanlara götürebilirdi.

Saray gezisini tamamlayıp tekrar geldiğim yollardan adımlayarak dağlık yolu inmeye; esen rüzgârda kanatlarını açmış bir kartal gibi süzülerek rüzgârın esintisinde bırakmıştım bedenimi…

 3 AĞUSTOS 2009

İki günlük Doğubeyazıt dinlencesinin ardından bedenimi dinlendirmiş, günün aydınlığıyla beraber tırmanış için son hazırlıkları tamamlayarak otelden ayrılıp, ulaşım için anlaştığım ekipteki arkadaşlarla buluşma noktasına doğru yürüdüm.

Sabahın ilk saatleriyle jandarmaya tırmanış için kayıt yaptırarak Doğubeyazıt’tan Eli köyüne harekeleniyoruz bir süre sonra. Köye vardığımızda 2000 metrelik rakımda bizleri bekleyen kooperatif kurmuş yük taşıyan katırcılar karşılıyor. Bu sırada bölgeye yoğun bir grup akışı var tırmanış yapmak isteyen. Ağır yüklerimizi katırlara verdikten sonra yıllardır aynı izlerden geçmiş insan ve hayvanların oluşturduğu doğal patikadan 3200 ana kampına hareketleniyoruz. Belli bir zaman aralığında verdiğimiz kısa molalarla, yüklerimizden sorumlu katırcı Ali ile sohbetler yaparak türkülerine ortak oluyorduk. Mola sırasında atlardan birini boş bulmuş Kızılderililerin at sevgisi ve savaşçı ruhuyla koşturmaya başladım. Savaş çığlıklarıyla beraber Yelken adındaki at ile dağlık arazide kısa bir koşturmayla doğanın keyfini çıkarıyorduk…

Okaheyyyyy !


Katırcı Ali’nin akrabalarının yaşadığı küçük yaylalardan birine varıyoruz bir süre sonra. Küçük bir yayla yerleşimi olan ve Kürtçe’de “Zom” anlamına gelen yaylanın büyük alanlı yayla yerleşimlerine ise “Zozan” denildiğini öğreniyorum. Bizleri karşılayan aileler ile yarı Türkçe yarı Kürtçe dilinde sohbetlerle gönülden gelen sıcak bir çay ve peynir ekmekle kısa süreli açlığımızı gideriyoruz.

Yaylayı incelerken bu sırada Katırcı Ali’ye sesleniyorum. Bu tarz küçük yayla yerleşimlerde birçok alanda olmalarına karşın topluluk adı altında kabile adları bulunan bu güzel insanlarımızın bağlı bulunduğu bir adı var mıydı? diye soruyorum.

Bölgedeki en büyük topluluğun kendisinin de içerisinde bulunduğu “Hasasorri” yani Haskırmızı topluluğu adına gelen yaylacılardı. Hasasorri insanları adları gibi kızıllardı. Yüksek rakımlardaki yaşamlarından olsa gerek yaşlıların yüzleri gün ışığıydı…



Kısa süreli yaylayı gezintiye çıkıyorum ve yaylada koşuşturan atların çeşitliliği ve birbirlerine olan sevgileri görülmeye değerdi. Küçük bir tay dikkatimi çekiyor bu sırada. Boynundan bağlı olan tay kaçmasını engellemek için olsa gerek kısıtlanmıştı yaşama. Yanına yaklaştığımda sol bacak kısmındaki büyük bir yara izi hayretlere düşürmüştü. Yaylacılardan yaranın nedenini öğrendiğimizde kurtlar tarafından parçalandığını ve iki-üç günde bir geceleri yayla hayvanlarına zarar verdiklerini öğreniyorum. Yola devam ederek yayladan ayrılmış saatler sonra 3200 m. ilk kampa 4,5 saat süren yolculuktan sonra ulaşıyoruz. Yüklerimizin gelmesiyle bölgede iki günlük kamp için çadırlarımızı kurmaya başladık.

Kısa bir dinlenmeden sonra kamp alanına başka gruplarda konvoy halinde gelmeye başladılar. Kimisi Ağrı dağını temizlemek üzere, kimisi dünya barışı adına, kimisi ilk kez bisikletlerle Ağrı dağını küresel ısınmanın sorununa dikkatleri çekerek gidişata dikkat çekmek adına bir bir kamp alanı sayıca artmaya başlıyordu farklı düşüncelerle...

Hava ilerleyen saatlerde kapanmaya başlamıştı ve gelen tırmanıcıların sayısı seyrekleşmişti artık. Kapanan bulutlar sesleniyordu karşılayış için bırakacağı yağmur damlalarına. Az sonrasında ilk damlanın ıslaklığıyla hissediyordum düşüşlerini bir bir…

Kampa gelen bazı tırmanıcılardan biri dikkate değer bir rahatsızlığıyla fark ettim. Büyük çadıra yaklaştığımda üşüyen arkadaşa ilkyardımcı olarak müdahale etme sorumluluğu duydum. Eski üyesi olduğum grubun üyesiydi ve hafif Hipotermi geçiriyordu o esnada. Büyük çadırın içerisine alıp üşüyen vücudunu ısıtmak için sıcak içecekle destekliyorduk Bedrican arkadaşı. Birkaç arkadaş ile görüşüp boş olan çadırlardan birine uyku tulumunda zaman geçirip ısınmasını sağlamak yararlı olacaktı. Kendi çadırımda iki arkadaşım ısınmak için zaman geçiriyordu ki onlarında yükleri halen katırların gelişine bağlıydı. Doğada paylaşmak ve yardımlaşmak önemliydi. Zor durumlarında başkalarını düşünecek bir bütünlüğü sağlamayabilmek erdemlikti…

Hafif hipotermi geçiren arkadaşımızı boş bir çadıra alıp uyku tulumu ve kıyafetlerle ısısının artmasına yardımcı olarak bu ilk günün zor sıkıntısını da atlatacaktı…

Yağış artıyordu ve bir süre bulutlar eşliğinde adımladım durdum, bu olağan dağın yükseltisinde. Yağışla beraber ilk gecenin yemeğini beraber geldiğim arkadaşlarla beraber yapmak üzere büyük çadırda bir araya geldik ve sıcak bir çorba hem ortamı hem de içimizi ısıtacaktı. Sıcak çorbanın içilmesiyle yemekler yenmiş herkes bir bir çadırlarına çekilip kimisi uyumaya kimisi gecenin sessizliğinde ses bulmaya çalışıp sohbetlere karışıyordu. Yağan yağmurla, beden ve ruhen huzur bulmuş, uyumamak adına yağmur damlalarının çadırıma düşüşlerini dinlemeye çalışıyordum huzurla… Bir süre sonra doğanın sevgisinde yorgun bedenimi bırakmış olacaktım rüyalara…

4 AĞUSTOS 2009


Gece durmadan yağmaya devam eden yağmurun ardından sabah gün ışığında uyanarak Ağrı Dağının zirvesine odaklanmıştım. Güzel bir sabahın ardından kamptaki bütün varlıklar uyanışa geçmişti. Sıcak bir kahve ile bu keyfi devam ettirmeye niyetliydim. Çadırımın yanına kurmuş olduğum ocak sistemi ile hemen sıcak su hazırlama işine girişerek kahvemi ilk günün eşliğinde dağ bütünlüğünde yudumlamanın sevinci vardı. Sıcak su hazır olduğunda çevredeki arkadaşlarla bu keyfi paylaşmaya devam edip sıcak suyu sürekli tazeliyorduk.

Sabah uyanan tırmanışçı arkadaşların bir çoğu uykusuzluk ve üşüme problemi yaşamışlardı. Birçok kişi ilk tırmanışlarının eziyetini kaldıramayıp inişe geçmek zorunda kaldılar.

Bugün yüksek irtifada vücut uyumlaşması için ikinci 4200 m. ana kampına tırmanıp tekrar 3200 m. kampına inecektik. Birkaç arkadaş ile beraber sabahın aydınlığında tırmanış patikasına bıraktık adımlamalarımızı. Tırmanış süresince eriyen kar sularından yer yer yudumlayarak, kimi zaman endemik bitki türleriyle iç içe makro zaman geçirerek zamanın ve doğanın keyfini sürdürüyorduk patikada.

Bu tür ekpedisyon tırmanışlarında yüksek irtifaya uyum sağlamak vücut için gerekli bir tırmanış biçimiydi. Vücut bir süre sonra Aklimatize yani artan yüksekliklere oranla vücudun kendi kendisini adaptasyon fizyolojisine girmesi ve irtifa süresince azalan oksijen ve hava basıncına karşı vücudun kendisini ayarlamasıydı.

Düşük bir tempoda irtifa çıkışını yaparak 3,5 saatlik bir zamanla 4200 metre ikinci ana kampa ulaşmıştık. Bizleri karşılayan tırmanışçılardan sıcak bir çay ile bir süre kampta zaman geçirerek karşımızda bulunan Cehennem Deresi’ndeki vadi buzullarının görselliğine odaklanmıştık.

Bir süre sonra havanın kapanmasıyla beraber tempolu bir şekilde 50 dakikalık bir zamanla 3200 metre kampına dönmüş; Aklimatize uyumunu gerçekleştirmiş bulunuyorduk.

Akşam saatlerinde kamp sakinliğe bürünmüş; yenilen yemeklerin sonrasında dolunay ve yıldızların eşliğinde sıcak kahvemi yudumlayarak, saatlerce semalarda dolaştım durdum…




5 AĞUSTOS 2009

Rahatsızlık…

Gün ışığında erken uyanışla kampı toplayıp 4200 metre kampına çıkacaktık bugün. Her şey normal görünse de bedenim yorgun düşmüşçesine ağırlaşmış hissediyordu kendini. İyi bir kahvaltı yapamadan kahve ve çikolata yemek mide ağrısına neden oldu sanırsam.

Katırların gelmesiyle beraber yüklerimi katırcıya verdiğimde açlık duygusuyla içtiğim soğuk süte karşı koyamadım. Bir süre sonra yanlış yaptığımı düşünerek yudumlamıştım yarım litre sütü… Sabahın erken saatlerinde bir çok grup son ana kampa çıkış için hazırlıklarını sürdürüyordu. 4200 metre kampında çadır kurma problemi yaşamamak için erken çıkış için hareketlendim.


Bir süre sonra vücudumda hissettiğim ağırlık daha da artmaya başlamış; karın ağrısı ve mide bunaltısı başlamıştı. Sanırsam yediklerimle rahatsızlanacaktım…

Devam etmem gerekiyordu ve dinlenmeye ara vermeden sürekli tırmanışa odaklanarak 3,5 saat sonra 4200 metre kampına varmıştım. Katırların geç geleceğini biliyordum ve kamp bölgesinde ısınan kayaların birine uzanıp karın ağrısı ve bunaltının geçmesini bekledim uzun bir süre.

Kayaların üstünde ağır bir uykuya bırakmışım kendimi ve uyandığımda katırlarda gelmeye başlamıştı. Öğlen sonrası baş ağrısı da eklenince ilaçla müdahale etmek zorunda kaldım. Katırların yüklerimi getirmesiyle çadırımı hızlı bir şekilde kurup uyumam hızlı oldu o an. Çadır içinde kendimi uykuya bırakmış gece zirve için çıkıp çıkamayacağımı uyandığımda karar verebilecektim. 11 saatlik bir uyku ile gecenin karanlığında sabahın 01:00’de uyarak doğadan güç buldum…


6 AĞUSTOS 2009


Bulutlara dokunuş…

Dolunay ışığında son hazırlıkları tamamlamış 4200 metreden Ararat’ın doruklarına doğru hareketlenmek üzereyim.

Bütün gruplar çıkış halinde tırmanışa başlamışlardı. 11 saatlik uyku sonrası hasta bir durumda çıkabileceğim inancıyla birlikte doğanın ruhunda güç ile adımlamak beni cesaretlendirmişti direncime karşılık. Sabahın 02.00’de dolunay ve yıldız kuşağında sessizlikle, bütün grupların arkasında adımlamaya başladım. Hızlı adımlayacak kadar güçsüz ama tırmanışı gerçekleştirecek kadar iyi durumdaydım. Bir savaşçı edasıyla adımlayacağım dağın yollarına şarkılar seslendirdim bugün için… Önümde yüzlerce insan tırmanıyordu ve bütün arkadaşların konuşmaları bana yankılanır durumdaydı. Vücudun tırmanmaya hazır olması bir süreyi bulacak ve kendimi iyi hissedeceğim inancıyla birlikte irtifa çıkışım hızlanabilecekti belki de…


4600 metre’ye yakın yamaç bir bölgede buz yoğunluğuyla beraber kramponları takmış gruplar arasından geçmeye başlamıştım. Birçok tırmanıcı yüksek irtifaya bağlı rahatsızlıklar hissederek inişe geçmeye başladılar. En çok şikayetler arasında baş ağrısı, aşırı mide bunaltısı ve kendini iyi hissetmeme duygusu güçsüz kılıyordu ilerleyişlerini ve birçoğu geri dönüş yolunu seçmişlerdi. Ben bulutların eşliğinde, doğanın yolunda güçsüzlüğü güç görerek adımlamaya devam etmiş; yalnız bir savaşçı ruhunda doğa ana’ya şarkımı söylemek adına ilerleyişe devam ediyordum.

Ararat’a gün doğarken mısır piramidini andıran görüntüsü Doğubeyazıt toprakları üzerinde gölgeleniyordu. Gün doğumuyla birlikte Ararat’ın gölgesi üstünde Dolunay da son ihtişamını piramidin tepe kısmında dakikalarını geçirerek gözlerden kaybolmaya başlıyordu. Olağan güzellik vardı ve benimle beraber birçok tırmanışçı bu eşsiz anı yaşamak adına bir süre oldukları yerde izlemekle geçirdi zamanlarını…

Zirveye son saatler kalmıştı artık ve hasta olan bedenim yüksek irtifa şartlarında oldukça zor adımlamalarla ilerliyordu. Oksijen oranının deniz seviyesi altında olması alınan nefes alış-verişini de hızlandırmış; dakikada attığım adım sayısı duraksayıp ilerlemekle sürüyordu. Zirve’ye dakikalar kalmıştı artık ve bir çok grup da zirve inişlerinde başarı dileklerini iletiyorlardı. 5,5 saat süren tırmanış sonunda 5165 metrelik Ağrı Dağı zirvesine varabilmiştim artık…

Şimdi bulutlara dokunuş zamanıydı ve Kızıl Yol’un ezgilerinde dile getirdim gökyüzünden Toprak Ana’ya…


Ben bir tüyüm açık gökyüzünde
Bu düzlükte dörtnala koşan o mavi atım
Ben parlayan ve suda dolanan o balığım
Ben çayırların sevinci - akşam güneşiyim
Ben rüzgarla oynayan bir kartalım
Ben ışıldayan damlalardan bir güvercinim
Ben en uzak yıldızım
Ben sabahın serinliğiyim
Ben yağmurun vurmasıyım
Ben donmuş kar üzerindeki parıltıyım
Ben ayın göl üzerindeki uzun yansımasıyım
Ben dört renkli bir alevim
Ben görüntüsü alacakaranlıkta kaybolan geyiğim
Yaban kazlarının kış göğünde
uçarken çizdikleri açıyım
Ben kurt yavrusunun acıkmasıyım
Ben bunları saran rüyayım
*
Anlıyor musun - ben yaşıyorum ben yaşıyorum
Ben dünya ile iyi ilişkiler içindeyim
Ben tanrılar ile iyi ilişkiler içindeyim
Ben güzel olan her şey ile iyi ilişkiler içindeyim
Anlıyor musun - ben yaşıyorum,
Ben yaşıyorum.

Tsoai-Talle'nin Neşe Şarkısı



Sevgiler


Yürüyen Bulut
Bulut Açar

1 yorum:

  1. harika bir anlatım...hem tarih ,hem doğa,hem de sosyal yaşam...bütün bunların birarada yoğrulduğu etkileyici bir yazı ...zevkle okudum..teşekkürler

    YanıtlaSil